Blogger tarafından desteklenmektedir.

BİZANS İMPARATORLUĞU

21 Nisan 2014 Pazartesi

Roma imparatorluğu’nun doğu bölümünde 330-395. yıllarında kurulan devlet. 1453'e dek (İstanbul'un fethi) ayakta kaldı; varlığını 1461 'e dek Trabzon imparatorluğu aracılığıyla sürdürdü.

BİZANS İMPARATORLUĞU'NUN KONUMU VE COĞRAFİ ÇEVRESİ


Bizans imparatorluğu, hem Tuna üzerinden germen ve slav barbarlarının hem de Fırat dirseği içinde Persler’in yaptık-lan akınlara karşı, Romalılar'ın doğudaki topraklannı savunmak zorunda kalmala-nndan doğdu. Bunu sağlamak için imparatorluğa, cepheye Roma'dan daha yakın ve daha kolay korunabilen yeni bir siyasal ve askeri merkez gerekiyordu. Constantinus'un Konstantinopolis'i kurmakla (330) yaptığı seçim bununla açıklanır. Karadeniz boğazı kıyılarında, kolayca savunabilir bir yarımadanın ucunda kurulan yeni Roma, Pontos Eukseinos (İskit buğdayı, doğu ürünleri), Çanakkale ve Akdeniz denizyolları ile biri Avrupa' dan, öteki Küçük Asya ve Suriye’den gelen iki karayolunun birleştikleri noktada yer almasıyla olağandışı bir üstünlük gösteriyordu.

Bizans imparatorluğu, 395'te Roma im-paratorluğu'nun, farklı ama birleşik iki devlete ayrılmasıyla doğdu. Bu devletlerde yasaların yayımlanması ve adaletin yerine getirilmesi iki imparator adına yapılıyordu. Batı imparatorluğu’nun çöküşü ve Odoaker'in imparatorluk nişanelerini Ze-non'a geri vermesi üzerine, Doğu imparatorunun tüm Roma imparatorluğu’nu yeniden birleştirmesi gündeme gelince (476), Bizans İmparatorluğunun etkinliği arttı. Doğu Roma İmparatorluğu da denilen Bizans imparatorluğu, o tarihte üç geniş bölgeden oluşuyordu: kuzeyde Tuna, kuzey-batı'da ise Sirmium'un biraz kuzey-doğu’sundan başlayıp Scodra'nın (bugün işkodra) kuzeyinde Adriya denizi kıyılarına ulaşan bir çizgiyle sınırlı Balkan yarımadası; Asya, Pontos ve Doğu dio-cesis'lerini, kuzey-doğu'da Kafkasya kıyılarındaki müstahkem mevkileri, zengin ve dar Gürcistan ovasını, Kafkasya geçitlerine, Hazar steplerine ve Mezopotamya'ya giden tüm yollan denetim altında tutan stratejik Doğu Anadolu platosunu ve Anadolu-Suriye sınırında, imparatorluğun ordu ve yol sisteminin düğüm noktasını oluşturan Edessa ile birlikte Fırat kıvrırm-nı da (Osroene) kapsayan Asya toprakları; son olarak, başta zengin buğday ambarı Mısır olmak üzere Nil'in ağzından Sir-te körfezine kadar uzanan Akdeniz kıy»-larını içeren Afrika toprakları.

imparatorluğun savunması eski Suriye. Fırat ve Tuna eski limesleri ve bu son bölgedeki Kırım ileri karakolu ile gerçekleştiriliyordu. Sınır bölgeleri ile savunma zincirinin en geri noktası olan Konstantino-polis arasında bağıntı bir dizi yolla sağlanıyordu. Bu kentten, Avrupa'nın içlerin» doğru uzanan üç yol ayrılmaktaydı; bunlardan birincisi Apollonia ve Tomi'den geçerek Tuna ağzına kadar Karadeniz kıyısını izliyordu; İkincisi (Roma via militaıia' sı) Edirne, Meriç vadisi, Serdica (bugün Sofya), Naissus (bugün Niş) ve Mora«« vadisi üzerinden Sirmium'a ulaşıyorduc üçüncüsüyse imparatorluğun ikinci büyük kenti Selanik'e vardıktan sonra K.’« doğru Belgrad, B.'ya, Adriya denizı'n» doğru (eski via Egnatia) Dyrrachium «• Yunanistan'dan G.’e doğru Tempe  Thermopylai yönüne giden üç kola ayılıyordu.
Daha da önemli olan bir başka yol, Konstantinopolis'in Asya yakasındaki varoşundan başlayarak, Nikaia (İznik) ve Dorylaion üzerinden Iconium'a (Konya) vardıktan sonra iki kola ayrılan ticari ve askeri yoldu: kollarından biri (Hindistan yolu) Toros geçitlerinden, Kilikia'dan ve Fırat vadisinden geçiyor, İkincisiyse Kap-padokia Kaisareia'sı (Kayseri), Kızılırmak vadisi ve Theodosiopolis (Erzurum) üzerinden Doğu Anadolu'ya uzanıyordu. Askeri, ticari ve dini amaçlarla kullanılan, kervanların ve orduların geçtiği bu yollar imparatorluk için yaşamsal bir önem taşıyordu; imparatorluk bunları sırayla Pers-ler’e, Araplar'a ve Türkler'e karşı savunmak zorunda kalacaktı.

İmparatorluğun birliğini daha Roma döneminden başlayarak çeşitli eyaletlerde silinmez bir iz bırakmış olan hellenizm sağlıyordu. Bu dil ve kültür ortaklığına, bir birlik etkeni deha eklendi: aynı dine bağlılık. Aynı inançta olanlar arasında görülen tarirıbilimsel anlaşmazlıklara ya da piskoposluk merkezi kentler (İskenderiye, Kudüs, Antakya ve İstanbul) arasında çıkan ve neredeyse her zaman bölgesel özellikler yüzünden kızışan üstünlük kavgalarına rağmen, bu bağlılık etkisini sürdürdü.


BİZANS TARİHİNİN

BAŞLICA EVRELERİ
  Evrensel Roma İmparatorluğu dönemi (935-641). Bu dönem Antikçağ’ın kesintisiz uzantısıdır; germen istilalarına ve Ba-tı'nın yitirilmesine karşın, imparatorlukyö-netimi, evrensellik iddiası taşıyan bir siyaset izlemeyi sürdürd.û. İustinianos I (527 -565) Batı Akdeniz havzasını yeniden fethetti, bir yasalar bütünü çıkardı ve doğu etkisinin ilk kez görüldüğü görkemli anıtlar yaptırdı (Ayasofya). Bir türlü sonu gelmeyen din kavgaları (nesturilik, mortofi-zizm), sasani, pers (602-630) ve arap (632'den başlayarak) istilaları sırasında kendini gösteren bölgesel özerklik hare ketine zemin hazırladı. Herakleios I (610 -641), Persler’i yendiyse de Araplar'ı durduramadı, Suriye'yi, Mısır'ı, çok geçmeden de tüm Afrika’yı yitirdi. Basileus sanını aldı.

İmparatorluk, bütün parlaklığıyla varlığını sürdürdü. Bizans'ın gücünün simgesi haline gelen altın sikke sölidus, Seylan gibi uzak pazarlarda bile aranıyordu. Paranın değerini koruması büyük ölçüde, Bizans'ın güdümlü ekonomiye bağlı kalmasından kaynaklanıyordu. Bu uygulama, Konstantinopolis'in yiyecek gereksinimini düzenli biçimde karşılamak ve bu dev kentte yaşayan zanaatçılara iş sağlamak için benimsenmişti. Devlet, birtakım ürünlerin alım satımını ve üretimini elinde tutuyor, katı bir yönetmelikle ve bunun uygulanmasını sağlamakla yükümlü memurlarla, özel kişilerin çalışmasını denet- $ liyordu.

Bizans, coğrafi konumunun verdiği ay-1? ncalıkları sonuna kadar kullandı: Çin'den | gelen kervanlar, Antakya'ya ve Pers sı- j nınndaki kentlere (Callinicum, Nisibis, Ar-taxata) ipek taşıdılar. Kızıldeniz kıyısındaki Klysma (bugünkü Süveyş yakınında) ve Ayla'ya (bugün Eilat) ise, Afrika'dan fildişi, Himyer ülkesinden (bugün Yemen) myrrha sakızı, günlük ve güzel kokular, Güney Asya’dan değerli ağaçlar ve pek çok Hindistan ürünü gelirdi. Kıvrım limanlan, Kherson ve Bosporos (bugün Kerç), Orta Avrupa kavimleri ile ilişkiyi sağladı; burada Bizans'ın sanayi ürünleri amber ve kürklerle değiştiriliyordu.

Hellen Roma İmparatorluğu dönemi (641-1204). imparatorluğun hellenleşmesi ve doğululaşması bu dönemde iyice belirginleşti. Herakleios'u (641-711) izleyen imparatorlar zamanında, Araplar Konstantinopolis'in surlarına kaçlar sokuldu, Slavlar Balkanlar'ı istila etti, İtalya'nın büyük bir bölümü de Lombardlar'ın eline geçt'r; Roma'nın çok eski askeri ve sivil güçlerin ayrılığı ilkesi, yerini tam yetkili bir strategos'un yönettiği, thema adı verilen yönetim bölümlerine dayanan bir rejime bıraktı. İlk kez, Bizans'ın iktisadi dengesi bozuldu. Araplar, Yakındoğu kervan yollarını ve Kızıldeniz'deki baharat ticaretini denetimleri altına aldılar. Alışveriş sürdüyse de kazancın bir bölümü artık Araplar'a gidiyordu.

İsauria hanedanı (717-802) imparatorluğa yeni bir güç kazandırdı, Araplar'ı geri püskürttü ve devleti yeniden örgütledi. Leon III ve Konstantinos V, kutsal resimleri yasakladılar; Eirene bunların tekrar kullanılmasına izin verdi.

Eirene’ye karşı Nikephoros’un gerçekleştirdiği hükümet darbesini (802) izleyen bir geçiş ve istikrarsızlık döneminden (802-820) sonra gelen Amorion hanedanı (820-867), daha önceki fetihleri pekiştirdi, kutsal resimleri yeniden yasakladı ve papa ile bağını kopardı (Photios’un ayrılığı, 863-867). Ancak, dinsel konularda geleneklere geri dönüldü ve Roma ile yeniden uzlaşma sağlandı.

Basileios l’in (867-886) kurduğu Makedonya hanedanı döneminde (867-1057) imparatorluğun gücü doruk noktasına vardı. Leon VI ve Konstantinos VII Por-phyrogenetos yasa koyucu büyük hükümdarlardı; Romanos I Lekapenos, Nikephoros II Phokas ve ioannes I Tzimis-kes ise büyük komutanlardı. Bunlar pek çok bölgeyi, Araplar'dan geri aldılar. Basileios II (967-1025) soyluları dize getirdi, Bulgaristan’ı fethetti, Araplar'ı yendi ve imparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştırarak döneminin en büyük hükümdarı olarak belirdi.

Araplar’ın yol açtığı iktisadi güçlüklere tepki olarak, Bizans, gittikçe artan bir korumacılığa başvurdu ve IX. yy. 'da Kons-tantinopolis ile bir ticaret kolonisi kurmuş olan Varegler’e ve Ruslar'a yeni bir pazar aradı. Aynı şekilde, bir buçuk yüzyıldan beri nerdeyse tümüyle terk edilmiş olan Akdeniz ticareti, IX. yy.'da, arap tehlikesine rağmen, yeniden başladı, özellikle İtalya ile alışveriş yapıldı. Bunalım önlendi, hatta IX.-X1. yy.'larda lüks eşya sanayisinde önemli bir gelişme görüldü: Araplar’ın Mısır'a el koymasından sonra, keten bezi üretimi yeni yöntemlerle tekrar başladı, ipek sanayisi İstanbul'dan Teb'e kadar yayıldı, halıcılık ve çuhacılık gelişti; Antakya ve İstanbul'da yapılan, kimi kez kıymetli taşlarla ve minelerle bezeli madeni eşyaların ticareti Sibirya'ya kadar ulaştı.

057-1081 arasındaki karışıklık yıllarında, imparatorluk, daha önce elde ettiği üstünlükleri tümüyle yitirdi; büyük mülk sahipleri, iktidarı yeniden ele geçirdiler; BizanslIlar'ı Malazgirt'te yenen (1071) Türkler, Anadolu Selçuklu devletini kur-
dular. Gerilemeyi durduran Komnenoslar (1081-1185) Haçlı seferlerinden yararlanarak, yitirilen toprakları geri aldılar. Ancak, Mikhael Kerularios'un din alanında ayrılığıyla (1054) ağırlaşan bizans-latin anlaşmazlığı. Doğu’da büsbütün şiddetlendi (Antakya sorunu).

Angeloslar hanedanı döneminde (1185-1204) imparatorluk yıkıldı; Bulgaristan ve Sırbistan yeniden bağımsızlıklarını kazandı ve bir taht kavgasından yararlanan Latinler, Konstantinopolis'i ele geçirdiler (Dördüncü Haçlı seferi).

Bölünmüş imparatorluk dönemi (1204 -1461). Bu dönem Latinler, BizanslIlar ve Türkler arasında savaşlarla geçti. 1204' teki latin istilası sonucunda, Bizans imparatorluğu dört devlete ayrıldı: Doğu Latin imparatorluğu, İznik imparatorluğu, Trabzon imparatorluğu ve Epeiros despotluğu. Nikaia'lı Laskarisler saldırıya geçtiler, Mikhael VIII Palaiologos Konstantinopolis'i geri aldı (1261). Ne var ki, yeniden kurulan imparatorluk, Mora'yı (Peloponisos) ellerinde tutan Latinler ile savaştığından, Anadolu ile ilgilenmediler ve ülke Türkler'in eline geçti. Devlet korumacılığının yavaş yavaş ortadan kalkması ve 1204’ten başlayarak Girit'in, Ko-ron’un, Modon'un vb. Venedik tarafından işgali sonucunda, Bizans'ın iktisadi durumu bozuldu. Böylece Venedik, kıyılarında imparatorluğun belli başlı ticaret merkezlerinin bulunduğu bir denizi denetimi altında tutabiliyor, dahası, bizans gemilerinin bu denizde dolaşmasını yasaklayabiliyordu. Komnenoslar'ın siyaset alanındaki başarıları, imparatorluğun temel iktisadi çıkarlarından ödün verilerek elde edildi. Bizans, Sicilya'daki Normanfar’a karşı Venedik, Cenova ve Pisa'nın desteğini sağlayabilmek için, İtalyan tüccarlara birtakım ayrıcalıklar tanımak zorunda kaldı. Bu ayrıcalıklar, imparatorluğun zenginlik kaynaklarını doğrudan tehdit ediyordu. Manuel I bu yeni durumu değiştirmeye kalkışınca, Venedikliler hemen ■ savaş açarak imparatorluğu büyük bir yenilgiye uğrattılar. Franklar'ın Suriye'ye yerleşmesinden sonra, doğu ürünleri doğrudan Yakındoğu limanlarına gelmeye başladı. Çin ve Hindistan ile Batı Avrupa arasında yapılan ticaret, Bizans'ın denetiminden çıktı. Uluslararası büyük ticaret yollarının dışında kalan ve Türkler'e karşı kendini umutsuzca savunan Bizans yavaş yavaş yok oluyordu. İç savaşlarla zayıf düşen son Palaiologosiar, imparatorluğun Avrupa'daki eyaletlerini teker teker ele geçiren Türkler'e karşı Batı’nın yardımını sağlayabilmek için,papalıkla yeniden dinsel birlik kurmaya çalıştılar. OsmanlIlar İstanbul’u (1453) ve Trabzon'u (1461) fethetti; çok geçmeden de son latin ve bizans kentlerini de ele geçirdi.Bizans İmparatorluğu, zayıflıklarına karşın, varlığın; bin yıldan fazla sürdürdü (395-1461). İktidarın el değiştirmesini düzenleyen kesin bir yasadan yoksun olmasının acısını çekti; saray karışıklıkları birbirini izledi; düşünce incelikleri din kavgalarının çoğalmasına yol açtı; imparatorun siyasal güçle dinsel yetkiyi birbiriyle karıştırması, çoğu kez hem devlete, hem de Kilise’ye zarar verdi. Bununla birlikte, Bizans, kuzeyde Huniar, Avarlar, Siaviar, Bulgarlar, Ruslar ve Peçenekler’in.doğu ve güneydeyse Türkler, Persler ve Arap-lar’ın tehditlerine karşı koymayı bildi.

Bizans, öte yandan, Ortaçağ’ın en parlak uygarlığının merkezi oldu, etkisini çok uzaklarda bile duyurdu.
İmparator, Tanrı’nın seçkin kulu olarak görüldüğünden, tahtı zorla ele geçirmedi başarmış kişi imparatorluğunu yasal gösterebilirdi. Ama imparatorun yönetime her istediğini ortak etmesi, soyunun sürekli bir tehdit altında kalmasına yol açardı. Monarşi mutlak bir tanrısal hakti; Ba-sileus’un kendisi yasa olduğundan, iradesine hiçbir kısıtlama getirilemezdi; Kilise bile onun yetkesi altındaydı; çevresinde yalnızca uyrukları vardı. Ancak gelenekler ve teamül, uygulamada mutlakçılığı yumuşatmıştı. İmparator tahta geçmeden önce ortodoks töre, uyarınca halka bir açıklamada bulunur, Kilise ve bazı kişilere verdiği ayrıcalıklarla yetkesini kenefe kısıtlardı. Uyruklar da hipodromdaki gösteriler ve törenlerdeki alkışlar yoiuyia düşüncelerini dile getirebilirlerdi. Özgür çft-çiler, sertler ve kölelerden oluşan halta yöneten taşra aristokrasisi, kamu görovtea ni yürütürdü. Basileus’un toprak aristokrasisine karşı ara vermeksizin sürdürdü ğü savaşım, imparatorluğun iç dramın* nedeni oldu.

Her şeye karşın kamusal yetke, imparatorun elinde kalıyordu. Yönetimin tnm-kezi imparatorluk binası, diğer bir doyiı letüm emirlerin çıktığı KonstantinapoSsle-ki imparatorluk dininin tapınağı Kutsalm-ray'dı. Saray hem Basileus’un özel ve» keri evi, hem de yönetimin merkeziydi imparator siyasal konseylerini burada toplar, hukuki sorunları buradan çözer, enir ve yazışmalarını dışarıya buradaki görevliler aracılığıyla yollar, kendisine üetlen (felekleri gene burada incelerdi. Tüm kamı görevlerinin sarayla bir ilişkisi vardı; snl ya da askeri her memur taşıdığı sıfabn başına bir saray unvanı getirerek orada kendine bir yer edinir, ayrıca bir tür soyluUt sanı taşırdı. Kısaca, memurlar imparatora, saraya ilişkin az ya da çok onursal lâr görevle ve kendilerine hiyerarşi içinde yar sağlayan bir soyluluk unvanıyla bağkytfc-Bazen de tam tersine, bir saray subayının bir yönetici görevi üstlendiği görülürdü.

Basileus, başbakanı hiçbir zaman asaleten atamaz, hükümetin yönetimini isteğine ve koşullara göre saray memurtaa-na ve maliyecilere bırakırdı. Yüzyıllar gotikçe bazı görevler ödül, olarak veritaa onursal sanlara dönüştü. İmparator sülalesince uygulanan bu Doğu'ya özgü yönetim sistemi, hellenistik devletler araofc-ğıyla Roma’ya aktarılmıştı.

EDEBİYAT

330’dan 1453’e kadar yunan edebiyat tı, Bizans devlet ve uygarlığı çerçeve» de gelişti. Antik yunan geleneğiyle kesılmemıştı Eski yazarlar eğitimin teaif taşlarından bırı ve aydınların da bagpea esin kaynağıydı. Bizans’ın düşünsel 9» şamını temellendiren, imparatorluğuıy*. kılmasından sonra da, yunan dünyasaef geride kalan bölümüne ve Avrupa’ya tarılan ilk miras buydu. İkincisiyse, çflAftf şünden önceki dört yüzyıl boyunca g#* şen hıristiyan düşüncesidir; hıristiyanl** Bizans aracılığıyla hellenizmin temeli^ (arından biri oldu. Bu ikili geleneğin m* nucunda, edebiyatta, bir yandan gdfe neksel anlatım biçimlerine saygı gösla®* di, dil arılaştırıldı, bir yandan da edebiyi türlerinde bir sabitleşme ve sınıflandaeBi ortaya çıktı. Bununla birlikte, kimi larda ilkelerin katılığından sıynlma ne de rastlanır: kimi yapıtlarda bir lik, geniş bir düşgücü ve duyarlık _ çarpar; bu yapıtlar aynı zamanda gürfBT konuşma diline yakın bir dille kaleme mışlardır.

Bizans edebiyatını üç döneme liriz. ^

• Birinci dönem (IV.-VI. yy.) hellenizmdBB bizansçılığa geçişi belirler. Bu "önbizans” denir, çünkü hıristiyan kaynaklarının yanı sıra, edebiyatta çağ paganlığının son belirtileri olan gan düşünceyi de içerir. IV. yy.’dabC birer hatip ve tanrıbilimci plan kilise baları (Kappadokialılar ve İoannes sostomos) sayesinde büyük güç ' hıristiyan edebiyatı, V. yy.’da açıklama ve savunma yolunu tuttu: deriyeli Kyrillos, Antakyalı Nestorp yandaşlarına şiddetle karşı çıktı. Din hi yazarlığını Sokrates, Sozomenos Theodoretos gibi ciddi bilginler" ti. Hıristiyanlık duygusal ve r edebiyata Athenais Eudokia ile ye başladı, öte yandan, IV. ve V. yy. pagan düşünceler, felsefe ve retorik larında olduğu gibi, şiir türlerinde de lığını sürdürdü. Syrianos, Proklos,
a gibi yeniplatoncular Julianus Apostata’ nin başlattığı rönesansı sürdürdüler. Hi-merios, Themistios, Libanios gibi hatiplerin çevresinde birçok öğrenci toplandı. Tarihçilik, Ânaksagoras, Eunapios, Olym-piodoros, Zosimos ve BizanslI Stephanos ile kronik ve övgü yazarlığına dönüştü.Epik şiir İzmirli Quintus, Nonnos, Koluthos . ve Musai09 tarafından geliştirildi. Orpheus şiirleriyle (oraculum sibylla, argona-utika) eski çağların gizemli sanatı canlandırıldı. Lirik yapıt olarak yalnızca epigram türünde kısa şiirler kaleme alındı. Roman dalında, Akhilleus Tatios, Lampsa-koslû Khariton, ve Longos parlak yapıtlar verdiler. Ama filozofların benimsediği yeni dine düşman bir akım olarak kalan paganlık, diğer düşünce alanlarında hıristi-yanlıkla uyum sağladı. Dine koşut bir akım yaratan paganlık, VI. yy.’da ortadan kalkan eskiçağ düşüncesinin son parlayışı oldu. VI.-XI. yy.’lar arasındaki ikinci dönemde bjzans düşüncesi kendine has özellikleriyle ortaya çıktı, VI. yy.’da parladıktan sonra VII. v&VIII. yy.larda durakladı; ardından, IX. ve X. yy.’larda yeniden gelişti. Çok zengin olan dinsel edebiyat,bu dönemde üç ayrı biçimde sürdü; BizanslI Leontios ile doktrincinde ve tanrı-bilime, Moskhos ve Klimakslıloannes ile öğreticiliğe ya da çileciliğe, en ünlüsü Ro-manos olan hymnographoslar ya da ilahi bestecileriyle şiire yöneldi. Tarih alanındaysa, din duygusu, dindışı tarihe biledamgasını vurdu. Kilise tarihiyle imparatorluk tarihi aynı gelişmenin iki ayrı yüzü olarak ele alındı: dönemin en ilginç tarihçisi Prokopios'tur. Kronik yazarlığı, MHe-toslu Hesykhios ve özellikle Malaİas ile halk arasında yaygınlaşan bir tür oldu. VI. yy.'da görülen atılım, onu izleyen iki yüzyıl boyunca etkilerini sürdürdü. VII. yy.’da dinsel edebiyat, ortodoksluğu, monotelit-lerin ve ikona kırıcılannın sapkınlığına karşı korumaya ağırlık verdi. KhrysopolisH Maksimos, çagm en büyük tannbilimcisi-dir. Onun ardından Anastasios Sinaitis gelir. Gizemci akım, hagiögrapha (Nea-polisli Leontios) ve ilahi türünde (Şamlı Andreas) yapıtlar verdi. VIII. yy.’da Nike-pheros ve Studionlu Tbeodoros dinsel resimlere tapınmanın savunuculuğunu yaptılar. Ortodoks dinbilimi, büyük mezhep aynlığından önce en özgül anlatımını Damaskenoslu loannes te buldu. Bu dönemde kronik yazarları (Georgios Pisides, Georgıos Synkellos) insanlık tarihini dinsel tarihe bağladı! ar. Şiirde olduğu kadar (Kassia), düzyazıda da (Barlaam ile Yo-safatm romanı), yaratıcı yapıtlara pek az rastlanır. IX. yy.’da edebiyat canlandı: yaratıcılık bilginlikle kaynaştı, hıristiyanlıkla eskiçağ zevki birleşti. Bu dönemde en zengin hümanizmi ortaya koyan sanatçı Photios idi. Kronik yaza¡rları tarih felsefesine yöneldiler (Thfeoplnanes, Georgios Hamartolos). X. yy. büy ük bireşimlere ve derlemelere (Symeon Metaphrastes’in yazdığı Aghion Bioi, Keıphalas’ın Yunan antolojisi) elverişli bir ortamdı. Tarih, Symeon Magistros, Karrieniatis, Leon Di* yakos ve imparator Konstantinos VII Porphyrogenetosile ahi akçılığa yöneldi. Şiir alanında halk şarkıları ve destanlar ortaya çıktı. Dhighenis Akri tas adlı kahramanın yer aldığı bir destan çevrimi yaratıldı; aynı zamanda aşk rom. anları ve duygusal dramlar yazıldı. Dinsel törenlerden kaynaklanan ve XV. yy.’a kadar süren halk tiyatrosu geleneğinin yanı sıra yine dinden kaynaklanan bir t iyatro doğdu; bu tiyatronun en ünlü yapıtı ^Isa’nın çilesi'dir. • XI. yy.'dan XV. yy.’a süren üçüncü dönem, yeni bir rönesans dönemidir. XI. ve XII. yy.’larda edebiyat çalışmaları merkezde toplanmıştı, sonra, XIII. yy.’da İznik İmparatorluğu sırasında i daha özerk bir yapıya kavuştu, XIII. yy adaysa yeniden merkezde toplandı, bu d urum, XV. yy.’da imparatorluğun çöküşüne kadar sürdü. Mezhep ayrılığıyla birlikte Doğu ve Batı imparatorlukları arasındaki bağ kesinkes koptu. Ama hümanizm, düşüncenin bir ölçüde bağımsızlaşması na yol açtı. Tan-rıbilim, hıristiyan ve akılcı bir düşünür olan Psellos ile birlikte felsefe>ye yöneldi: yeni tanrıbilimci Simeon ile g izemci bir nitelik kazandı. Kekaumenos i: Be tanrıbilimi ahlakçı bir yöne çekti. Bu ı ıç eğilim, sırasıyla İtalos, Niketas Stethat os ve Kataphigi-otis.Theophylaktosve Selanikli Eustathios ile, bir sonraki yüzyılda da varlıklarını sürdürdüler. Bu dönem in tarih yazarları arasında Anna Komrren e gibi imparatorluk ailesinden olanlar d a vardı. Mikhael Khoniates ve Niketas kf ioniates, Tzetzes gibi tarihçiler,luğun Uğrayacağı felaketi önceden sejzmiş gibiydiler. Prodromos ile saray çe\ 'resini yeren şiirler yazılmaya başladı. H ayal gücüne dayanan edebiyattaysa, Eiskiçağ’dan esinlenen ve hıristiyanlığın idlerini taşıyan ya da doğu masallarından uyarlanan saray romanlarına yer verildi. XIII. yy.’da İznik İmparatorluğu döneminde önemli filozoflar Nikephoros Blemides, Georgios Akro-polites (aynı zamanda tarihçi) ve Theodo-ros II Laskaris idi. Bu dönemde şiir türünde kaleme alınmış şövalye romanlarını^ ortaya çıkışını da Haçlı seferleri’ne bağlamak yerinde olur (Velthandros ke Khri-sandza, Kallimakhos ke Khrysorroe). Bu dönemde imparatorluğun başka bölgelerinde de edebiyat alanında belirli bir canlılık göze çarpıyordu: birbirleriyle kimi za-man rekabet halinde bulunan Trabzon ile Mistra kentleri, Bizans düştüğünde (1204), hellenizm için birer sığınak oldu-" laf. Paleologoslar döneminde yeniden eie geçirilen başkent, edebiyat alanında son bir atılıma sahne oldu: Latinler’e karşı tutumlarıyla tanınan Pakhimeres ve Planu-des bu yeni akıma katıldılar. Tanrı bilime ulusal kaygılar karışmaya başladı, felse-feyse ilgisini Batı’ya olduğu kadar Doğu' ya da yöneltti. Bu iki akım XIV. yy.’da Me-tokhitis ve Meliteniotes tarafından temsil edilir; Hesykhiacılık bunalımı bu akımların büsbütün ön plana çıkmasına yol açtı. Gregorios Pâlamos, KavasHas gibi, gizemcilerin savunduğu bu öğretiye De-metrios Kydonis karşı çıktı. Felsefe açısından bakıldığında, XV; yy.’ın, Latinler’e karşı çıkanlar (Gemistos Plethon) ve latin düşüncesiyle yakınlık kuranlar (Gennadi-os, Bessarion) arasında ikiye bölündüğü gözlenir. Dönemin tarihsel olayları imparator İoannes VI Kantakuzenos, Nikephoros Gregoros, Dukas ve Sfrandzis tarafından kaleme alındı. Mora kroniği adlı yapıtta güçlü bir batı etkisi görülür. Roman türündeki yapıtlarda da durum aynıdır (LA bistros ke Rodamne’nln romanı). Bizans İmparatorluğu ortadan kalktıktan sonra da yunan edebiyatı, Özellikle Batı dünyasında varlığını sürdürdü.

BİZANS İMPARATORLUĞUNDA SANAT

Antik hellenistik ve roma sanatlarından kaynaklanan bizans sanatı, dinsel yönü ağır basan bir sanattır. Başlıca özelliği, çe* şitli sanatlar arasındaki geleneksel ayrımın ortadan kalkmaya yüz tutması ve mimarlık, heykelcilik, resim, mozaik ve el sanatları gibi farklı sanat dallarının artık, İlk-çağ’da olduğu gibi bağımsız birimler oluşturmamasıdır. Örneğin, duvar mozaiği, yer aldığı yapının mimarisini vurgular ve bezemesiyle ona bağımlıBfcfoayketei-

lik, kuyumculuk tekniklerinden, örneğin, mine ya da cam hamuru kakma işçiliğinden yararlanır. Anıtlar, birçok açıtlarla donatılarak, mimari mekân, günün saatlerine göre değişen ışık gölge oyunları göz Önüne alinarak tasarlanır. Mozaikleri aydınlatan ve temsil edilen sahnelere canlılık kazandıran altının da kullanılmasıyla, yaratılan etki daha da çarpıcı kılınır. On yüzyıl süren varlığı boyunca, çoğu zaman resmi ve durağan bir sanat gözüyle bakılan bizans sanatı, özellikle parlak üç dönem geçirmiş ve bu dönemler boyunca başkent ve bazı merkezler canlı bir rol oynayarak imparatorluğu etmemiştir.

imparatorluk sanatının ana çizgileri, iustinianos döneminde (527-565) belirlendi. Bizansiılar'ın büyük yenilikler getirdiği mimarlık alanında, planlan çeşitlilik göstermekle birlikte iki temel şemadan kaynaklanan yapılar ortaya çıktı: ahşap çatılı dikdörtgen yapı: bazilika; başlangıçta vaftizhane ya. da martyrium olarak kullanılan, merkez planlı kubbeli yapı. Böyle-ce mimarlık, çok çeşitli uygulamalarla birçok türü denedi: üç ya da beş sahınlı kubbeli bazilikalar (Efes’te Aziz İoannes kilisesi); merkezi plana göre yapılmış absi-dalı yapılar (Ravenna’da S. Vitale kilisesi). En önemli bizans anıtı, İstanbul'daki Ayasofya kilisesi’dir. Dönemin büyük mimarları Tralles'li Anthemios ve Miletos'lu İsidoros’un ürünü olan yapı, günümüzde de ayakta duran en güzel örnektir, iç mimarinin hafifliği, mozaiklerdeki altın parçacıkları üzerinde oynaşan güneşin görülmesini sağlayan aydınlık, payanda ayaklarıyla sımsıkı sanlı yapının ağır gövdesiyle çelişir. Bu arada, yine İstanbul1 da bulunan Sergios ve Bakkhos kilisesi' ni (Küçük Ayasofya), Ravenna kiliselerini ve Sina'daki Azize Caterina manastın’™ de anmak gerekir. Bu sonuncu yapıda, günümüzde, en güzel bizans ikona ve elyazması koleksiyonlarından biri bulunmaktadır.

VII. ve VIII. yy.’lar, sanatsal üretim açısından daha verimsizdir. Yeni yapıların boy göstermesini engelleyen, belki de imparatorluğun karşılaştığı dış güçlüklerdir. ikonakırıcılık konusunda yaşanan bunalım, sanatta önemli değişikliklere yd açtı, imparatorluk ideolojisinin, kutsal to-şilerin ve kavramların görüntülenmesine karşı çıkması (belki de İslam'a damgası nı basmış olan akımın etkisiyle) anıt bezemesine bazı yeniliklerin girmesini sağladı. Pantokrator* İsa imgesinin yerini hap aldı; daha Önce heykel sanatının bol bol kullandığı geometrik ya da bitkisel süsler, absida resim ve mozaiklerinde yaygınlaştı. İstanbul'daki Ayairini kilisesi'nin abv-dasındaki haçlı mozaik hâlâ durmaktadr. İmparatorluğu sarsan bu bunalım, başkentten uzak bölgelerde rahipliğin güçlenmesine elverişli bir ortam hazırladı va Anadolu’nun merkezinde süslemeli kay« kiliseleriyle Kappadokia okulu kurularak gelişti. Makedonya rönesansı diye adandırılan ikinci dönemde (867-1057), santf-ta zengin anlatım biçimlerine ulaşMk. imparatorluk sanatı daha insancıl olmaya yüz tuttu: görkemli yapıların*yerini d» ha yalınları aldı; dört yüzyıldan beri yan-tılan planlar kusursuzluğa erişti; bazsalar yerine, dıştan bakıldığında yapının pl* nı konusunda fikir veren haçlı planlı 1“ seler yapıldı: özellikle çatı, iç düzenlen* yi açık seçik kavrayacak biçimde i edilmeye başladı. Küresel ya da köşefi tonoz bingiler üzerinde yükselen kubbegk beşik tonozlar ve köşeli tonozlar t _ du. ûtç yandan, yapım teknikleri de dfr ğişti. Mimarlar, tuğla ve taşı bezeme turacak biçimde kullandılar; özellikte» nanistan, bölmelere ayrılmış süslü dumc larıyla, anıtlar yönünden çok zenginde ffej kis te Hosias Lukas, Dhafni, Atina'da KUt sal Havariler kilisesi. İstanbul’da Pa rate kilisesi (Zeyrek camisi) ve Ayos/ res i manalın (Koca Mustafa Paşa: si) gibi yapılarda yalnızca tuğla ‘
na çok sık rastlanır. Bu dönem, el sanatları açısından da en parlak dönemdi. Atölyelerde kutsal kitaplar kopya edildi ve sayfaların tamamı, boşlukları ya da me-‘ tin aralan çeşitli süslemelerle donatıldı. En güzel yazma örnekleri, Paris'te Bibliothö-que Nationale'de, Viyana, Londra ve Moskova müzelerinde korunmaktadır. Yine bu dönemde kuyumculuk, fildişi ve steatit gibi sert taş işçiliği büyük önem kazandı ve batılı hükümdarlara armağan olarak sunulan değerli yapıtlar yaratıldı; örneğin, ilk macar krallığının kurucusu Aziz tavan'ın tacında, Bizans kaynaklı birçok değerli nesne bulunuyordu. MakedonyalI imparatorların ardından gelen Komnenoslar da aynı geleneği sürdürdüler ve özellikle Baikanlar’da (Ohrid.'Ne-rezi) çok sayıda anıt, Yugoslavya’da da birçok kilise bıraktılar.XIII. yy.’da Nikaia (İznik), Yunanistan’ da Selanik ya da Anadolu'da Trabzon gibi büyük bir merkez oldu. Mimarlık, biçimlerin insanca boyutlara dönüşmesi yönünde gelişti: cepheler, gözler ve kör kemerlerle hareketlendi; kubbelerin kasnağı yükseldikçe çapları küçüldü. Haç biçimli kilise planı kesin bir kurala dönüşme eğilimindeydi. Kubbenin, taban planına oturtulma biçimi, iç mekânın türünü belirtiyordu. Kubbe küresel bingiler üzerine oturuyorsa, kilisede sütunlar ya da ayaklar bulunur, köşeli tonoz bingiler üzerinde yükseliyorsa hiçbir taşıyıcının yer almadığı büyük bir orta boşluk oluşurdu (Arta* da Parigoritissa, Mistra'da Aghbi Theo-doroi). Palaiologoslar dönemi (1258-1460) sanatsal gelişmenin son evresini oluşturur. Bu dönemde gerçekçilik ve öykülemeci dekor yaygınlık kazandı ve önceki dönemin katı ve resmi niteliğinden uzaklaştı. Kiliselerdeki fresklerde azizlerin yaşamöy-küleri betimlenirken, bir yapının gerçekleştirilmesi için bağışta bulunan varlıklı kişiler bile fresklerde kendilerini temsil ettirdiler: örneğin İstanbul'da Khora manastırı kilisesi (bugünkü Kariye camisi) fresklerinden birinde, Isa'nın ayaklarının dibinde görüntülenen Theodoros Metokhitis. Selanik ve Mistra gibi büyük merkezlerde, bu dönemde gerçekleştirilmiş birçok yapıt bulunmaktadır. Mimarlıkta, tabanda bazilika ptanının.tribünler katında da haç biçimli planın uygulandığı birçok örneğe rastlanır (Mistra'da Metropolis ve Afen-diko kiliseleri, Paros’ta AghiosNikolaos). Athos'ta, İstanbul'un Türkler'ce fethinden sonra gerçekleştirilen ve Palaiologoslar dönemi yapıtlarıyla benzerlik gösteren yapılar ve freskler günümüzde de hayranlık uyandırmaktadır. Norman egemenliği altındaki Sicilya gibi artık Bizans sınırlarının dışında kalan ülkelerin sanatında bile çok güçlü olan Bizans etkisi, imparatorluğun ortadan kalkmasından sonra XVIII. yy.'a değin özellikle Rusya'da, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya'da ağırlığını korumuştur.

BİZANS İMPARATORLUĞUNDA MÜZİK

Palaiologoslar dönemi (1258-1460) sanatsal gelişmenin son evresini oluşturur. Bu dönemde gerçekçilik ve öykülemeci dekor yaygınlık kazandı ve önceki dönemin katı ve resmi niteliğinden uzaklaştı. Kiliselerdeki fresklerde azizlerin yaşamöy-küleri betimlenirken, bir yapının gerçekleştirilmesi için bağışta bulunan varlıklı kişiler bile fresklerde kendilerini temsil ettirdiler: örneğin İstanbul'da Khora manastırı kilisesi (bugünkü Kariye camisi) fresklerinden birinde, Isa'nın ayaklarının dibinde görüntülenen Theodoros Metokhitis. Selanik ve Mistra gibi büyük merkezlerde, bu dönemde gerçekleştirilmiş birçok yapıt bulunmaktadır. Mimarlıkta, tabanda bazilika ptanının.tribünler katında da haç biçimli planın uygulandığı birçok örneğe rastlanır (Mistra'da Metropolis ve Afen-diko kiliseleri, Paros’ta AghiosNikolaos). Athos'ta, İstanbul'un Türkler'ce fethinden sonra gerçekleştirilen ve Palaiologoslar dönemi yapıtlarıyla benzerlik gösteren yapılar ve freskler günümüzde de hayranlık uyandırmaktadır. Norman egemenliği altındaki Sicilya gibi artık Bizans sınırlarının dışında kalan ülkelerin sanatında bile çok güçlü olan Bizans etkisi, imparatorluğun ortadan kalkmasından sonra XVIII. yy.'a değin özellikle Rusya'da, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya'da ağırlığını korumuştur.Hıristiyan müziğinin eh eski belgesi, Oksyrynkhos’ta ortaya çıkarılan, yunan abece notasıyla yazılmış (İ.Û. III. - IV. yy.), Tesliş'i dile getiren bir ilahi parçasıdır. Bizans’ta ilahi yazımı, Aziz Basileios ve Aziz İoannes Khrysostomos ayin düzenini belli kurallara bağladıktan sonra, Suriyeli ilahi yazarlarının etkisi altında, ancak V. yy.' dan başlayarak gelişti.

En eski ilahi biçimlerinden biri olan tro-parion, V. yy.’ın başlarında ortaya çıktı. Romanos Melodos (VI. yy.) kontakion ustasıydı; Giritli Andreas (VII. - VIII. yy.’lar), Kosmas o Melodos (VIII. yy.) ve İoannes Damaskenos (VII.- VIII. yy.'lar) kanon'u ye stikheroriu geliştirdiler. IX. ye X. yy.’lar boyunca Studion manastırı (bugün ımra-hor camisi), Sicilya'daki yunan ilahi okulunun yanı sıra, bizans ilahi yazımının merkeziydi. Sonraki dönemde melurgos ve maistor denilen taklitçiler görüldü. somoia şarkılar, ritimlerini ve ezgilerini idi-omelos şarkılardan aldılar. İoannes Kuku-zeles (XII. yy. 'a doğr.) ile melisma üslubu egemen oldu. Bizans sonrası dönemde, İstanbul patrikhanesi’nin ilahicileri.re-pertuvarı geliştirip zenginleştirdiler. Mady-tos'lu Khrysanthos (1770-1843), protop-saltes Gregorios Levites ve khartophylaks Georgios Khurmuzios’un da yardımıyla bizans müziğinde bir reform yaptı ve no-talamayı sadeleştirip geçmişteki repertu-varı yeni sistemle yazarak ona bugünkü biçimini verdi.

Tarih boyunca beş nota sistemi kullanıldı: 1. Evangelion, Apostolos ve Pro-phetologiön, törenlerde okunurken kullanılan, ekphonema neuma’sı (VIII. - XV. yy.); 2. Eskibizans sistemi (IX. - XII. yy.); 3. Ortabizans sistemi (XII. - XIV. yy,); 4. Yenibizans sistemi (XIV. - XIX. yy.’ın başları); 5. modem sistem (XIX. yy.’dan günümüze değin). Bizans müziğinin makam sistemi, 4’ü authentes, 4’ü plaga olmak üzere 8 makamdan oluşan oktoekhos'tur (8 ekhos [makam] sistemi). Ancak, bi-zanslı müzik kuramcılarının kitaplarında, mesos (orta makam) adı verilen 4 makamdan daha söz edilir. Bir bizans makamı, ıskalası; bir ya da birden çok olabilen temel sesi, bitiş sesi ve çekenleri (bunlar ilahinin heirmologikos: hecelere dayalı; stikherarikos: hafifçe melismalı; papadikos: çok melismalı oluşuna göre değişir); enekhemala'\ar, iç sistemleri (dörttel, beştel, sekiztel) ve batı müziğindeki anahtarların karşılığı olan ve makamın cinsini (diatonik, kromatik, anarmo-nik) belirten martyria'\ai tarafından belirlenir. Kullanılagelen kitaplar şunlardır: Typikon, Meniaion, Menologion, Eukho-logion, Prophetologion, Apostolos, Evangelion, Psalterion, Parakletikon, (büyük Oktoekhos da denir), Horologioñ, Triodi-on, Pentekostarion, Heirmologion, Stikhe-rarion, Psaltikon ve Asmatikon.

BİZANS İMPARATORLUĞUNDA MATEMATİK

Roma İmparatorluğunun bölünmesinden sonra (395), hellenistik kültürün son burcu olan İskenderiye, Doğu İmparator-luğu'nun başkenti olarak kaldı. Proklos (412-485), Marinos (V. yy. sonu), Simpli-kios (VI. yy. başı) ve Eutokios (VI. yy.) bu kentte, Eukleideş Arkhimedes ve Apollo-nios üzerine yorumlar yazdılar.

Ancak, İskenderiye’nin müslümanlarca alınışından (642'de) sonra 1453’e kadar yunan bilginleri, yunan kültürünün koruyuculuğunu üstlenen İstanbul’a (o zamanki adıyla Konstantinopolis) göç ettiler. Bizans yapıtlarının pek azı özgündür: çoğunlukla bunlar, yunan yapıtlarının der

lemesi ve yorumlama sı niteliğindedir (klasik ya da hellenistik).

Heron, jeodezi inceleme kitabı olan (938’e doğr.) ‘‘Bizans’ın anonim yeröl-çümcüsü”nde İskenderiyeli Heron’dan esinlenir. Mikhail Psellos’un (1018-1078) “quadrivium” (aritmetik, , geometri, kuramsal müzik, gökbilim) üzerine yazdığı kitabın aritmetikle ilg ili bolümü sayılama ve sayılarla oranların sınıflaması ile sınırlıdır. Bununla birlikte Bizans, Palaiologos-lar’ın yönetimindeykeîn (XIII. yy. - XV. yy.) matematik ve gökbilimde göreli bir canlanma dönemi yaşadı. Keşiş Barlaam (öl. 1348’e doğr.) Lojistik’l kaleme aldı. Ghe-orgios Pakhymeros( 1242-1310’a doğr.), sonra Maksimos Plarudes (1260’a doğr. -1310) Diophantos aritmetiğini yorumladılar. Planudes’in bir yapıtı sayesinde sıfırlı Hint rakamları ilk kez Bizans’ta kullanıldı (Batı Avrupa’da ortaya çıkışından 200 yıl sonra). Moskhopulos (1282-1328) büyülü kareler üzerine bir inceleme hazırladı ve Nikolas Rabdas, aritmetikle ilgili iki özgün mektubunda sayısal hesabı öğretti.

BİZANSİŞİ a. Giysil eri ve örtüleri bezemeye yarayan zengin nakış. Süslemeler kadar kullanılan malzeme de bol ve çeşitliydi (ipek ibrişimler, değerli taşlar, sahte taşlar simli ibrişim ve bükümlü saçaklar, altın pullar vb.).

BİZANSU sıf. ve a. IBizans’tan ya da Bizans İmparatorluğu’ndan olan.













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder